15 Aralık 2012 Cumartesi

Çarşamba Günü Neler Konuştuk?

12 Aralık’taki “Üniversitede Sürdürülebilir Yaşam ve Permakültür Uygulamaları” etkinliğinin konuşmacıları İnci Gökmen ve Ali Gökmen’di. İnci ve Ali Hoca, Ankara’daki ekolojik sistemlerin önemli merkezlerinden birinin, Güneşköy’ün, yaratıcıları ve üzerindeki emekleri çok büyük. Güneşköy’de çeşitli permakültür deneyimleri de yaşanıyor ve Gökmen çifti bu konuda pek çok konferansa katılmış, Güneşköyle birlikte büyümüş, gelişmiş, pek çok şey öğrenmiş. Bilgilerini ve tecrübelerini bize aktarmak adına bizle, bir grup meraklı ekososyalistle, buluştular. Heyecanlı bir kitle katıldı, üç saate yakın konuşuldu, aktarımlar yapıldı, belgeseller izlendi.
Açılışı ODTÜ HDK Ekoloji Komisyonu’ndan Soner yaptı, bir süredir ODTÜ’de tohumlarını atmaya çalıştığımız alternatif yaşam fikrinin ortaya çıkışını, doğaya ekolojist yaklaşımın önemini, Yalıncak’a dair hayallerimizi ve heyecanımızı anlattı. Soner’den sözü İnci Hoca aldı ve “sürdürülebilirlik” kavramından bahsetti.
İnci Gökmen: 1972’de bir grup bilim insanı, ekonomist, sanayici rapor hazırladı: The Limits to Growth (Büyümenin Sınırları). Raporda kaynakların ve dünyanın sınırlarından bahsediliyor ve bunun üzerinden bir modelleme geliştiriliyor. Bu modelleme çevre ve ekonomiyi bir araya getiren ilk modellemedir. Bu konu üzerine çokça yapılan bir benzetme var; parayı havaya atarsanız sonsuza kadar gitmez, sınırları vardır, dünya ve kaynaklarımız da böyle. Çoğumuz bu durumu günlük hayatımızda görmezden geliyoruz. Rapordaki değerlendirmeler her on yılda tekrarlanıyor, raporlaştırılıyor. Birçoklarına göre dünyanın sınırlarını çoktan aştık. Herkesin ortaklaştığı fikirse; limitlerle içinde olduğumuz yüzyılda kesin karşılaşacağımız yönünde. 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan “Our Common Future(Ortak Geleceğimiz)” adlı raporda sürdürülebilir kalkınma stratejisi ortaya atılıyor. Sürdürülebilir kalkınmanın ilk tanımı da şöyleydi: bugünün ihtiyaçlarını gelecek nesillerin de kendi ihtiyaçlarını karşılamalarında ödün vermeden karşılamak. Başlarda işin 3 boyutu vardı: sosyal, ekonomik ve ekolojik. Daha sonra bir de kültürel boyutu ortaya çıktı. Çeşitli firmalar sürdürülebilirlik kavramını kirletmeye çalışıyorlar. Biz ancak kalkınma çevreyi de düşünüyorsa, gözetiyorsa buna evet diyoruz, tek başınaysa değil. Sürdürülebilirlik bizim için yaşamın sürdürülebilirliği demek.
Cumhuriyetin ilk yıllarından beri köylerde yaşayan insan oranı %70’lerden, %20’ye indi. Köyler unufak ediliyor. Köylerin yok olma tehlikesi kültürü de yok ediyor. Biz Güneşköy’de bu özlediğimiz, görmek istediğimiz şeyleri, organik tarımı deneyimliyoruz. Biz de hayallerimizi gerçekleştirme düşüncesinden yola çıktık, bir öğrencilik sürecine girdik. Permakültür bu sürecin önemli konularından, dünya genelinde çok sıcak bir konu. Permakültüre yabancı değiliz, özelliklerini genelde köylerimizde görüyoruz. Avustralya’da Bill Mollison ve bir öğrencisi tarafından geliştirildi, kısa sürede yayıldı. Türkiye’de İzmir merkezli Permakültür Enstitüsü kuruldu, pek çok eğitim ve konferans düzenlediler. Permakültürün kelime anlamı kalıcı kültür, kalıcı tarım diye de ifade ediyoruz (hem kültürü hem tarımı içeriyor). İnsan yerleşimleri yaratma amaçlı tasarım sistemi de diyebilirim. Permakültür, bitkiler, hayvanlar, binalar ve altyapı arasındaki ilişkiye bakıyor. Bir nevi bunlar arasındaki iletişim. Aklınıza gelen her konuyu içeriyor. “Bir araziye nasıl yerleşirsek optimum enerjiye ulaşırız, tasarımını nasıl yapmalıyız, suyun tutulmasıyla ilgili neler yapabiliriz, organik atıkları nasıl değerlendirebiliriz” gibi soruları cevaplıyor, pek çok gözlem yapıyor. Sonuçta ise; kendi kendine yeten, ekolojik olarak sağlıklı, ekonomik olarak uygulanabilir sistemler yaratıyor. Permakültür Etiği 3 prensibe dayanıyor: dünyaya özen, insana özen ve sahip olduğumuz enerji, zaman, para artığını insana yararı için kullanmak.
Daha sonra Bill Mollison’ın Golden Gardener belgesellerinden bir bölüm izlendi. Şehirde tarıma dair neler yapılabileceğini anlatan belgeselin bir kısmı New York’ta geçiyordu. Yaptıklarına “Gerilla Gardening” diyen bir grup, şehir merkezindeki boş topraklara çeşitli bitkiler ekiyorlar, gene şehir içinde bahçecilik yapıyorlar (community garden), arıcılık yapıyorlar.  Kent bahçeciliğinin sosyal yönü de çok önemli, özellikle çocuklar için çok eğitici oluyor ve doğal deneyimler de insanları bir araya getiriyor. Doğa temelli değişik yöntemler uyguluyorlar; tarım yerden yükseltilmiş platformlarda yapılıyor (raise bag), böylece tarım ürünleri her fiziksel koşulda ulaşılabilir oluyor ve toprak ezilmiyor; doğal atıklardan heykeller yapıyorlar; normal çit yerine meyvelerden dikey oluşturulan çitler yapılıyor, hem alan kazancı oluyor, hem bitkilerin birbirlerine yararı(özellikle yalıtım) oluyor; suyu olabildiğince verimli kullanıyorlar, yağmur suları biriktiriliyor, toprağa hendek kazarak suyun tutulma süresi uzatılıyor, kullanılan sular tekrar sulamada kullanılıyor. Avustralya’da da benzer şehir çiftlikleri ve gıda ormanı denilen alanlar bulunuyor.
Belgeselin ardından Umut sürdürülebilirlikten ve permakültürden bahsediyor.
Umut: Sürdürülebilirlik, sürekli almak ya da vermek değil, “Doğayı kirletiyoruz, lanet olsun!” değil. Doğayla ilişkimizi normal arkadaşlığa benzetebiliriz; sürekli alırsak doğa bir süre sonra “ilişkimizi yürütemiyoruz” diyecek. Benim hayatımı sürdürülebilir kılmam lazım. Lineer sistemler kurmuşuz, eskiden böyle değildi. Doğuyoruz, büyüyoruz, yaşlanıyoruz, ölüyoruz. Sonra en ateşli evre geliyor: çürüme. Toprağa katılıyoruz, toprağın çok büyük kısmını bir zaman yaşamış, ölmüş ve çürümüş canlılar oluşturuyor. Dönüştükleri maddeler yeni canlılara katkıda bulunuyorlar. Doğanın kendi sürdürülebilirliği böyle. Sürdürülebilirliğin ve tarımın en büyük öğesi su. Suya ulaşmanın temelde 3 yolu var. İlki; karşılığını verip belediyeden alabileceğin. İkincisi; artezyen çekmek. Bu yöntemin dezavantajları; yeraltı sularının tükenmeye müsait olması ve su çıkarırken enerji gerekmesi. Üçüncü yöntem; gökten düşen, havada var olan suyu kullanmak. Bu suyu yapay ortamda veya toprakta toplayarak faydalanıyoruz.
Bir çift kurak bir toprak parçası alıyor, hendekler kazarak su kaybını azaltıyor ve erozyonu önlüyor. Toprağı rehabilite ediyorlar. Kısa süre sonrasında şehrin en kurak yerinden pınar fışkırıyor. Doğaya çok fazla şey vermeniz gerekmiyor, işin çoğunu kendi yapıyor. Bizim yaptığımız; doğal sistemin daha iyi çalışması için ortam yaratmaya çalışmak. Verimli bir toprağı çıplak bıraktığınızda zamanla çölleşir. Çin’de Lös Vadisi için devlet insanlara, “Rehabilite ettiğiniz toprak sizindir.” diyor, sadece kürekle teraslama yapan insanlar, yaklaşık 10 senede toprağı verimli hale getiriyorlar. Doğa, verdiğinizin çok daha fazlasını size geri veriyor. Modern sistemde böyle değil, ne kadar verirsen o kadar alıyorsun.
Bir süre soru-cevap şeklinde devam ediyor konuşma.
Şilan: Belgeseldeki çocuklar hangi kesimden, hangi kesimler bu yapılardan yararlanabilecek?
İnci Gökmen: Şu anda köydeki çocuklar böyle, bu bir zenginlik. Kimlerin yararlanabileceği de bizim ortaya koyduğumuz emekle orantılı. Biz ODTÜ’yü, ODTÜ başka üniversiteleri etkileyecek. Elimizden geleni yapmamız önemli.
Soner: Yaptıklarımız ve yapacaklarımız sadece üniversiteleri etkilemiyor. Sistemden bezmiş köylülere bile bir umut ışığı bunlar, biz onlara kendi değerlerini hatırlatıyoruz.
Dinleyici-1: Her şeyi sistematikleştiriyoruz. İnsanları bu sistematiklikten nasıl vazgeçirebiliriz? Peki insanları doyurabilecek miyiz?
İnci Gökmen: Asıl sorunumuz yetersizlik değil, verim sorunu değil. Asıl sorun dağıtımda.
Dinleyici-2: Bunun çözümü çiftçilerin örgütlenmesi. Devlet dağıtım ve kaliteyi arttırma konusunda sıkıntı yaratıyor. Destek oluyorum diye zarar veriyor. Güzel tarım desteği örnekleri de var. Bunun için topluca hareket edilmeli, tabandan örgütlenmek lazım, tepeden değil. Herkesin katkı koyabileceği bir durum bu.
ODTÜ’den bir hoca: ODTÜ’de uzun zamandır işleyen bir süreç var, ama yeşil kampus süreci çok yavaş işliyor. Yapabileceğimiz çok şey var.
Dinleyici-3: Türkiye’nin birçok yerinde alternatif yaşamlara örnek var. Örneğin Hakkari’de de komün yaşam örneği var. Sürdürülebilir bir alan yaratmışlar, bunu bölgedeki herkesi katarak yapıyorlar.
Soruların ardından bir üniversitedeki (MIT) permakültür uygulamalarıyla ilgili kısa film, “UMASS Permaculture Project” izlendi. Üniversite öğrencileri yerden yükseltilmiş bir alan yaratıp tamamen doğal ürünler yetiştirmeye başlıyorlar. Üniversite kafeteryasındaki yemekler bu ürünlerden yapılıyor.
Umut: ODTÜ yönetimi de yapacağımız şeyler için bize destek veriyor. Biz Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin arka tarafında bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Çevremizdeki alanları değerlendirmek, iyileştirmek çok önemli. Teknoloji doğayı giderek daha çok eziyor. Bir şeyler yapmak önemli. Potansiyel malzeme ve alan mevcut.
Pınar: Yalıncak’ta alternatif bir yaşam için fikirlerimiz de var, imkanımız da var. Artık yapacaklarımıza başlıyoruz.